EŞMELİ GARİP ELİF’İN TÜRKÜSÜ

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan DeNiZ
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

DeNiZ

Yönetim
Katılım
26 Mar 2020
Mesajlar
2,081
Tepkime puanı
3,190
Puanları
113
Konum
Radyosohbetim.Com
Elif bebek soğuk bir kış günü dünyaya geldi. Kasabadaki kadınların çoğunun doğumuna yardımcı olan Döndü Ebe müjdeyi verdiğinde babası Mustafa iki oğlandan sonra bir kızı olduğuna ne kadar sevinmişti. Takmak’ta (Eşme) bu kış çok soğuk geçiyordu. Mustafa, “İnşallah bebeyi üşütmeyiz.” diye düşündü. Dışarıdaki tipi insanın içini donduruyordu. Komşular kapının önüne doluşmuştu. Hepsi Mustafa’yı kutluyordu. O ise Ayşe’sini merak ediyordu. Ayşe ilk iki doğumda epey zorlanmış, günlerce kendine gelememişti. İçeri girdi. Ayşe’nin yüzünde değişik bir ifade görülüyordu. Yüzü gerilmiş ama tatlı da bir gülümsemesi vardı. Eğildi yavaşça, “Ayşem nasılsın?” dedi. Ayşe ses çıkaramadan başını hafifçe öne sallayarak iyi olduğunu tatlı bir yüz ifadesiyle anlattı. Mustafa’sını görünce rahatlamıştı. Mustafa derin bir oh çekti. Tedirginliği azalmış, garip bir iç huzuru ve mutluluk tüm vücudunu kaplamıştı. Yüzünde bir yanma hissetti. Döndü Ebe kızını kucağına verdi. Mustafa bir kızına bir karısına baktı. Mutlu oldu ve şükretti. Kızına genç yaşta kaybettiği anasının adını vermeyi hep hayal etmişti. Ne kadar mutlu bir gündü. İçi içine sığmıyordu. Kızının kulağına ezan okudu ve “Elif” ismini kulağına fısıldadı. Kızını bırakmadan eğildi, Ayşe’nin alnından öptü. Ayşe’nin yüzünde mutluluk artmıştı sanki. Bebeyi ebenin kucağına verdi ve evden dışarı çıktı. Derin bir nefes aldı, “Oh, yarabbi şükürler olsun.” dedi. Günler, aylar, yıllar geçiyor küçük Elif büyüyordu. Büyüdükçe de güzelleşiyordu. Fakat ülkenin üzerine kara bulutlar çökmüştü. Kasabada geçinmek gittikçe zorlaşıyordu. Tarlada çalışacak erkeklerin çoğu askere gitmişti. Komşu Fatma teyzenin evine jandarmaların geldiğini bahçede oynarken gördü. Kapı çalındıktan bir süre sonra evden feryatlar yükselmeye başlamıştı. Komşular oraya doğru koşturmaya başlamıştı. Ortalık birden kalabalıklaştı, ne olduğunu anlayamamıştı. Kadınlar ağlaşıp duruyordu. Konuşmalarına kulak kabarttı; Fatma teyzenin oğlu İbraam ağabey şehit olmuştu. Oralarda gezinen komşulardan Sultan abasını gördü, ona şehidin ne olduğunu sordu. Aba da garip bir şekilde suratına baktı ve “Hiiç, ölmüş.” dedi. Birden boşluğa düşmüş gibi oldu. Yani şimdi İbraam abisini, çok sevdiği İbraam abisini bir daha göremeyecek miydi? Çok üzüldü. Koşarak eve gitti, bir köşeye oturdu. Ağlamaya başladı. Aklına kötü şeyler geliyordu. İki ağabeyi de askerde idi. Zaten gençlerin çoğu askere gittikten sonra kasaba çok ıssızlaşmıştı. Elif, anasının geldiğini duymamıştı. Anası, “Kız Elif, nişleyon?” diye seslenince birden kendine geldi. Kafasını kaldırıp anasına baktı. O da gözlerini dikmiş kızına bakıyordu. Bir süre sessiz bakıştılar. Sonra Elif dayanamadı, koşup anasına sarıldı. İkisi de hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Günler geçtikçe şehit haberleri arka arkaya gelir oldu. Artık her evde huzursuzluk ve endişe hakimdi, “Acaba bize de kötü bir haber gelir mi?” diye. Günler geldi geçti. Zor da olsa geçti. Derken radyoda savaşta yenildiğimiz duyuldu. Arkasından ordumuzun terhis edildiği haberi geldi. Günler aylar sonra sağ kalanlar, gaziler dönmeye başladılar. Savaş geride çok kötü izler bırakmıştı. Fakat Türkün çilesi burada bitmemişti. Asırlar önce burada yaşayan Türklerin yanına Orta Asya’dan gelenler, bütün dünyanın gözü olan bu topraklardan atılmak isteniyordu. İtilaf Devletleri Anadolu’nun işgaline karar vermişlerdi. Bu iş için de Anadolu’da gözü olan Yunanlılar maşa olarak kullanılacaktı. Yunanlıları sürdüler cepheye. Kara haber Anadolu’ya olduğu gibi Takmak’a da tez ulaştı. Yunan İzmir’i işgal etmiş, ilk kurşunu atan Hasan Tahsin şehit olmuştu. Kötü haberler ardı ardına gelmeye devam etti. Yunanlılar Takmak’a yaklaşıyordu. Sonunda geldiler ve istasyonun karşısına çadırlarını kurdular. Çocuklar ne olduğunu anlamamıştı. Büyükler çok tedirgindi. Elif bu arada büyümüş, dünyalar güzeli bir kız olmuştu. Yunan askerlerinden Yorgi, Elif’e göz koymuştu. Her fırsat bulduğunda sıkıştırıp, “Buralar artık Yunan toprağı, seni alacağım.” diyordu. Bu arada Kuvayı Milliyeciler Yunan taburuna baskın vermiş, çok sayıda Yunan askeri öldürülmüştü. Türklerden de şehitler vardı, birliğin kumandanı Ali Bey gibi. Yorgi her nasılsa kurtulmuştu. Yeni bir Yunan birliği geldi. Fakat bu baskından dolayı artık çok daha zalim davranıyorlardı. Yorgi etrafı bildiği için yeni gelenlere kılavuzluk yapıyordu. Artık eskisinden daha rahat hareket ediyordu. Takmak’ta insanlar dışarıdaki hela için bile evlerinden çıkamıyor, ihtiyaçlarını evlerde toprak doldurulmuş tenekelerle görüyorlardı. Zulüm had safhaya ulaşmıştı. Ama bütün bunların arasında cepheden, Türk askeri ve Mustafa Kemal Paşa’dan iyi haberler de gelmeye başlamıştı. Sakarya’da zafer kazanılmış ve Yunan bozguna uğratılmıştı. Ne yazık ki zafer haberi Yunan zulmünü daha da artırmıştı. Memlekette seferberlik ilan edildi. Herkes Yunan hissettirmeden kenarda köşede elinde ne varsa gizlice toparlayıp el altından Ankara’ya gönderiyordu. Umutla cepheden gelecek haberler bekleniyordu. Beklenen haber gelmeden Yunanın son zulmü de başladı. Yunan imha taburları her yeri yakmaya başladılar. Herkes bir yerlere kaçışıyor, evini söndürmeye çalışanlar vuruluyordu. Komşuların çoğu öldü. Ortalıkta Elif’in şimdiye kadar hiç duymadığı kötü bir koku vardı, bu hem ölenlerin hem de yangın kokusunun karışımıydı. Yanan evlerine dalgın dalgın bakarken bir el Elif kızın koluna yapıştı ve onu ne olduğunu anlamadan zorla götürmeye başladı. Elif direnmeye çalıştı, başaramadı. Yardım isteyen gözlerle etrafa bakındı, hiç kimseyi göremedi. Yorgi Elif’i sürükleyerek götürdü ve trene bindirdi. Başına iki nöbetçi konuldu. Yunan askerleri hızla trene bindiler ve tren hareket etti. Elif’in ağlamaktan gözleri kurumuştu. Hatırında kalan, yolda gördüğü harabeler ve her yerden yükselen dumanlardı. Derken tren hiç görmediği İzmir’e ulaştı. Yol boyunca hiç konuşmamıştı. Yorgi’nin getirdiği yiyecekleri de yiyemedi. Topluca askeri araçlara binip limana geldiler. Hayatında ilk defa deniz görüyordu. Her tarafta bir telaş, bir koşuşturma vardı. Gemiye bindiler. Yorgi bu sefer yanına oturmuştu. Yorgunluktan uyuya kaldı. Gözlerini açtığında başka bir limana yaklaşıyorlardı. Gemide yenilginin hüznü hissediliyordu, neredeyse hiç kimse konuşmuyordu. Yorgi Selanik’e geldiklerini söyledi. Bu defa hareketler yavaşlamıştı. Gemiden ağır ağır indiler. Birliğe gittikten sonra Yorgi Elif’i annesi Sofi’nin evine getirdi. Ona günlerce dil döktü, artık dönüşü olmadığını, evleneceklerini söyledi. Selanik’te hayat zor da olsa devam ediyordu. Elifçik kilisede evlendirildi. Yorgi bir atölyede iş bulmuştu. Üç çocukları oldu. Onlara Yunan dölü gözüyle bakıyor ve hiç içine sindiremiyordu. Kararlıydı, elbet bir gün memleketine dönecekti. Çocuklarının birisi oradayken öldü. Derken ilginç bir olay oldu. Limanda gezerken Türkçe konuşan birisini duydu, yanına yanaştı. Bu kişi limandaki gemilerden birisinin kaptanı Yaşar isimli bir Türk idi. Ayda bir İstanbul’dan mal getiriyordu. Kaptanı birkaç defa gördükten sonra durumunu anlattı. Zorla Yunanistan’a getirildiğini söyledi. Kaptan da ona acıdı ve Elif’i Yunanistan’dan kaçırmaya söz verdi. Kaçırma bir ay sonra gerçekleşecekti. İçi içine sığmıyordu Elif’in. Vakit geldi çattı. Bir bahaneyle evden çıktı. Fakat çocuklar sanki hissetmişler gibi peşini bırakmadılar. Yunan döllerini yanında götürmek istemiyordu ama yüreği de yanıyordu. Gemi limandan ayrılınca bir süre bekledi ve çocuklarını denize attı. Çocukların her ikisi de çırpınarak can verdiler. Gemi İstanbul’a yaklaşırken Elif hem acı hem de sevinç yaşıyordu. Artık esaretten kurtulmuş, memleketine kavuşmuş, geride de hiçbir hatıra bırakmamıştı. Garip Elif bir akşamüstü Eşme’ye ulaştı. O da ne, burada her şey değişmişti. Takmak Kasabası Elvanlar’a taşınmış ve Eşme adını almıştı. Eve geldiğinde herkes tuhaf davranıyordu. Kendi memleketinde kendini yabancı gibi hissetmeye başladı. İnsanlar onu görünce arkasını dönüyor, yokmuş gibi yapıyorlardı. Biraz uzaklaşınca da dedikodular başlıyordu. Evdekiler de konuşmak istemiyordu. Çıldıracak gibiydi. Ne oluyordu? Dayanamadı, çocukluk arkadaşı can yoldaşı Ayşe’ye gitti. O da konuşmak istemiyordu. Onu sıkıştırdı. “Ayşe ne oluyor? Ne olur, bana bir şey söyle!” dedi. Ayşe, “Kızım, herkes sana ahlaksız olarak bakıyor ve kendi gönlünle gittiğine inanıyor. Buradaki insanları ikna etmen çok zor.” dedi. Bundan sonra Elif iyice içine kapandı ve tamamen yalnız kaldı. Artık tek çare kalmıştı. Elif evin Ahırına gitti. “Allah’ım beni affet.” dedi ve yağlı urganla yaşamına son verdi. Acılarla dolu hayatı, yine acı bir sonla noktalanmıştı. Ardından şu türkü yakıldı: Yumurtanın kulpu yok, Gözlerimde uyku yok, Sür gemici gemiyi, Hiç kimseden korkum yok. Elma attım denize, Geliyor yüze yüze, Atma annem bizi denize, Götür Türk dedemize. Atina’nın üzümü, Tutturamadım sözümü, İki yavrum giderken, Yumuverdim gözümü. İngiliz Emperyalizmi ve onun taşeronu Yunanlılar, benzer çok ocakları söndürdü, nice güllerimizi soldurdu. Emperyalizm ile iş birliği yaparken ve yapanları desteklerken Atalarımızın yaşadıklarını unutmayalım, şehit ve gazilerimizin kemiklerini sızlatmayalım. Saygıyla. Dr. Burhanettin ŞENLİ
 
emegıne saglık denızım guzel payLaşım