En çok mesaj

Kullanıcı
Mesajı

Geçirdiğimiz, 2020 senesi,

  • Konbuyu başlatan Konbuyu başlatan MeLiS
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
M

MeLiS

Ziyaretçi
HİSLER MEŞİNLEŞİNCE
Bugünkü yazımız, ince telden çalıp, hafifçe hislerin penceresini tıklatıcak. Aramızdaki âile içi, akrabalık, arkadaşlık, komşuluk, ilişkilerimizde, hangileri su yüzüne çıkıp, nilüfer çiçekleri güzelliği ve masumiyetiyle endam sergilerken, diğer sınıflar ise su altında, işini görür, zararlı bitki olarak, diğer bitkilere zarar vermektedir.
Geçirdiğimiz, 2020 senesi, değişik bir sene idi. Takdiri İlahi’de bunu da yaşamak varmış. Bu vebâ Hakkında çok konuşuldu, çok yazıldı. Toplumların gidişatı durakladı, alışkanlıklar değişti, planlar altüst oldu. Hatta bir istatistik neticesine göre, bu sene en çok kullanılan cümle, (artık yok) kelimeleri kullanılmış. Hep hastalığın, belirtilerinden, ateş, nefes zorluğu, koklama, tad alma kabiliyet kaybı ve yaptığı tahribattan, çok bahs edildi. Çareler arandı, aşı bulundu dendi.
Bu bir vebâ idi, geldi, Allah’ın izniyle vaktini doldurup sona erecek, başkası gelecek, hayat devam edecek, bütün bunlar cereyan ederken, acaba, bizler, ferd veya toplum olarak, hislerimizdeki, tad alma kabiliyeti ne âlemde? Gül yaprağı zarafetinde’mi! Yoksa anca kalın testereyle kesilen kalın odun durumundamı! Titreşen papatya çiçekleri gibi’mi! Yoksa kaba meşin parçası gibimi’dir??? Hislerimiz, taşlaşsa belki parçalanır, az bir toprak bulsa aralarından belki’de çiçek açar. Hislerimiz kararırsa, gün olur güneş ışığı ulaşır aydınlanır. Hislerimiz kurursa bakarsın bir merhamet duygusu, muhabbet esintisi damarları sular yumuşatır. Amma ve lakin, hisler meşinleşince işte o zaman işe yaramaz hale gelir.

Hisler meşinleşince, tâbiri’nin, anısını sizlerle paylaşmak isterim.1989 da, bir çok Avrupa ülkelerinde, komünist rejimlerin, çökmesiyle, ayrılmış olan Batı ve Doğu Almanya birleşmiş. Doğu Almanya, komünist pençesi altında kalan, girilmesi yasak olan şehirler, artık tek Almanya adı altında bayrak sallamaya başlar. 2010 senesinde, Almanya’ya bir ziyaretimiz olmuştu. Berlin’de Arkadaşlar, sağ olsunlar, misafir perverlik’leriyle beraber, Berlin civarların’da, İkinci Dünya Savaşının, son bulup, anlaşma imzalanan yeri görme fırsatımız olmuştu. Potsdam bölgesinde, Almanyanın teslim olup ve iki şıkka ayrılmasına karar verilir.
Cecilienhof sarayında toplanan, Dünyayı idare eden, harab eden, insanlığın mukadderatına el koyan, üç büyük denilen, zamanın iktidar temsilcilerinin, pozları, bana çok tesir etmiş’ti. Atom bombasıyla övünen ABD nin reisi cumhuru, Truman, dünya’yı parmağında oynatan İngiltere Başbakanı Cherchil ve Rusyanın celladı Stalin. Sırları yutucak kadar 80 cm kalınlığında duvarlar ardında, güneş ışığına bile müsaade etmeyen, loş soğuk oda, yerle beraber katkat perdelerin arkasında, donmuş vicdanların verdiği rutubet kokusu, duvarlarda asılı harbin felaket sahnelerini ifade eden tablolar, hantal koyu kahve meşin koltuklar üzerinde, ağızlarında pipyonları, rahat rahat, yayılarak, hiç vicdanlar sızlamadan, insanlık hisleri titremeden, onca insanın kanından mürekkep edinerek, hançer kalemlerle imzalar atılıyor. İşte bu sahne hisler meşinleşin’ce dedittiriyordu. Bu acı tablo, kültür din, örf ve âdetlerimize yabancı bir benzetme olabilir. Fakat ne yazık ki dünyanın hâli böyle oldu.
Meselye, kendi açımızdan bakalım, çok şükür, uyanık hisler hâlâ ayakta, sâdık hislerimiz güzellikleriyle bizleri kucaklamaktadır. Neme lazımcılık, vurdum duymazlık, vicdanlarımıza yuvalar kurmadıkça, alakalarımızı, muhabbet, şefkat, ve merhamet duyguları suladıkça, hayr kapılarımız açık demektir. Dünyaca ünlü zenginlerden birisine, en memnun olduğunuz anlar nedir? Diye sorulmuş, yoksul bir çocuğun, verilen bir hediyye’ye gülümsemesinin hazzı kadar hiç başka bir şeyde bulamazsınız, diyerek cevap vermiş.

Yakınlarda, ömrünün son senelerini Medinede geçiren, Beyaz kelebekler gurubundan iki gencin anneleri Vasfiye anneden bahsetmiştim. Onun mütevazi evinde yapılan programlar, bir buçuk metre çapınada sahne alanı, küçültülmüş dünya idi, ne haz alınıp, ne gönüller hoşnut olurdu. Buradaki cazibe, kalplerde karşılığını bulmasıydı. Nitekim, Kuran’ı Kerimde kalplerin hallerini, mertebe ve derecelerini, diğer taraftan ِ( Allaha sığınarak) dererke sınıflarını, bir çok yerde, âyeti celile’lerde beyan edilmektedir.
Bir makalede okumuştum, hatıramda kaldığı kadar, ne zamanki gönüller, Allahu Taalanın, Cemalı ile bezenir, Celalı ile vakarlaşır, Al-Vadud sıfatıyla insanlara yaklaşır, nefis yelkenlerini indirerek İlâhi maiyyete sığınır, işte o zaman toplumda merhamet sıfatı tecelli ederek, rıkkatli kalplere ulaşılmış olur.
Bir Hadisi kudsi bize ikaz mahiyyetinde buyurur, Musa veya Davuud peygamber(aleyhim asselam) Allahu Tealaya nidada bulunarak, Ya.Rabbi, ben seni nerede bulurum? Diyerek sualde bulunur. Cevabı Rabbani gelir, gönülleri kırıkların yanından bulursun. Başımızı iki elimizin arasına alıp derin derin düşünmemizi icabettiren bir cevap……
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömerin hayatından bir örnek vererek, sohbetimizin sonlarına doğru gelelim. Hz. Ebu Bekirin halifeliğinde, sabah namazı Mescidi Nebevi’de edâ edilmesine müteakip, herkes evinin veya işinin yolunu tutarken, Hz. Al-Sıddıyk, Medinenin doğu tarafına bakan dış mahalle sayılan Al- Avali’ye doğru yol tutar, kulübecik bir eve girer, bir müddet kaldıktan sonra çıkıp yoluna devam eder. Bu davranışın tekrarlaması Hz. Ömerin dikkatini çeker. Ashabı güzin hayr yollarında âdeta yarışta idiler, üstazı makamında olan Ebu Bekirden örnek sevdasında olan Hz Ömer, bir gün Hz. Ebu bekri takib eder, Hz. Ebu Bekir kilidi olmayan, kulübeye girer, hurma liflerinden yapılmış bir minderde, kemik yığınından ibaret bir ihtiyar anacağız, içinde dünyadan vazgeçmiş bir cancağız. Emir al-muminin, bu garibanın ihtiyacını giderir, temizler, üstünü başını yıkar, yemeğini yedirir, işi bitince Allaha emanet eder, ve işlerine bakmak üzere ayrılır. Bu sahneyi Hz. Ömer, gözleriyle değil gönül basiretiyle seyreder. Günler geçer, Hz. Ebu Bekir Rahmeti Rahmana kavuşur. Hz. Ömer halife olur, hayru halef li hayru selef olucak ya, Hz. Ebu Bekirin vazifesini unutmaz, tutar garibanın yolunu, kavradığı dersi aynen tatbik etmeye gayret eder, Fakat, ne varki, o lif minderde adeta kaybolmuş cesetten, derinden bir ses, arkadaşın nerede? Hz. Ömer, vefat etti, diyerek, hayretle cevap verir, anne arkadaşım olmadığını nereden anladın? diyerek sorar!! Sanki başka dünyalardan gelen bir ses, arkadaşın hurmanın çekirdeğini çıkarır öyle verirdi. Bu sözü işiten Hz. Ömer, derinde bir ah çekerek, Ya, Aba Bekr, senden sonra gelecek halife’lere ağır bir yük bırakarak, onları yordun, der.
Böyle örneklerle, simge gönüllerle, ipek iç güdülerle, gül kokulu yaklaşımlarla, merhamet potasında eritilen duygularla, Allahu Tealanın Celalı karşında hiç olduğumuzun idrakiyle, anca o zaman, meşinliğin soğuk çehresinden kurtularak, nârin his sahibi oluruz.
Burada gönülden coşan hislerle, sizlere vedâ eder, hayrlı günler temennisiyle, fi amanillah.
 
HİSLER MEŞİNLEŞİNCE
Bugünkü yazımız, ince telden çalıp, hafifçe hislerin penceresini tıklatıcak. Aramızdaki âile içi, akrabalık, arkadaşlık, komşuluk, ilişkilerimizde, hangileri su yüzüne çıkıp, nilüfer çiçekleri güzelliği ve masumiyetiyle endam sergilerken, diğer sınıflar ise su altında, işini görür, zararlı bitki olarak, diğer bitkilere zarar vermektedir.
Geçirdiğimiz, 2020 senesi, değişik bir sene idi. Takdiri İlahi’de bunu da yaşamak varmış. Bu vebâ Hakkında çok konuşuldu, çok yazıldı. Toplumların gidişatı durakladı, alışkanlıklar değişti, planlar altüst oldu. Hatta bir istatistik neticesine göre, bu sene en çok kullanılan cümle, (artık yok) kelimeleri kullanılmış. Hep hastalığın, belirtilerinden, ateş, nefes zorluğu, koklama, tad alma kabiliyet kaybı ve yaptığı tahribattan, çok bahs edildi. Çareler arandı, aşı bulundu dendi.
Bu bir vebâ idi, geldi, Allah’ın izniyle vaktini doldurup sona erecek, başkası gelecek, hayat devam edecek, bütün bunlar cereyan ederken, acaba, bizler, ferd veya toplum olarak, hislerimizdeki, tad alma kabiliyeti ne âlemde? Gül yaprağı zarafetinde’mi! Yoksa anca kalın testereyle kesilen kalın odun durumundamı! Titreşen papatya çiçekleri gibi’mi! Yoksa kaba meşin parçası gibimi’dir??? Hislerimiz, taşlaşsa belki parçalanır, az bir toprak bulsa aralarından belki’de çiçek açar. Hislerimiz kararırsa, gün olur güneş ışığı ulaşır aydınlanır. Hislerimiz kurursa bakarsın bir merhamet duygusu, muhabbet esintisi damarları sular yumuşatır. Amma ve lakin, hisler meşinleşince işte o zaman işe yaramaz hale gelir.

Hisler meşinleşince, tâbiri’nin, anısını sizlerle paylaşmak isterim.1989 da, bir çok Avrupa ülkelerinde, komünist rejimlerin, çökmesiyle, ayrılmış olan Batı ve Doğu Almanya birleşmiş. Doğu Almanya, komünist pençesi altında kalan, girilmesi yasak olan şehirler, artık tek Almanya adı altında bayrak sallamaya başlar. 2010 senesinde, Almanya’ya bir ziyaretimiz olmuştu. Berlin’de Arkadaşlar, sağ olsunlar, misafir perverlik’leriyle beraber, Berlin civarların’da, İkinci Dünya Savaşının, son bulup, anlaşma imzalanan yeri görme fırsatımız olmuştu. Potsdam bölgesinde, Almanyanın teslim olup ve iki şıkka ayrılmasına karar verilir.
Cecilienhof sarayında toplanan, Dünyayı idare eden, harab eden, insanlığın mukadderatına el koyan, üç büyük denilen, zamanın iktidar temsilcilerinin, pozları, bana çok tesir etmiş’ti. Atom bombasıyla övünen ABD nin reisi cumhuru, Truman, dünya’yı parmağında oynatan İngiltere Başbakanı Cherchil ve Rusyanın celladı Stalin. Sırları yutucak kadar 80 cm kalınlığında duvarlar ardında, güneş ışığına bile müsaade etmeyen, loş soğuk oda, yerle beraber katkat perdelerin arkasında, donmuş vicdanların verdiği rutubet kokusu, duvarlarda asılı harbin felaket sahnelerini ifade eden tablolar, hantal koyu kahve meşin koltuklar üzerinde, ağızlarında pipyonları, rahat rahat, yayılarak, hiç vicdanlar sızlamadan, insanlık hisleri titremeden, onca insanın kanından mürekkep edinerek, hançer kalemlerle imzalar atılıyor. İşte bu sahne hisler meşinleşin’ce dedittiriyordu. Bu acı tablo, kültür din, örf ve âdetlerimize yabancı bir benzetme olabilir. Fakat ne yazık ki dünyanın hâli böyle oldu.
Meselye, kendi açımızdan bakalım, çok şükür, uyanık hisler hâlâ ayakta, sâdık hislerimiz güzellikleriyle bizleri kucaklamaktadır. Neme lazımcılık, vurdum duymazlık, vicdanlarımıza yuvalar kurmadıkça, alakalarımızı, muhabbet, şefkat, ve merhamet duyguları suladıkça, hayr kapılarımız açık demektir. Dünyaca ünlü zenginlerden birisine, en memnun olduğunuz anlar nedir? Diye sorulmuş, yoksul bir çocuğun, verilen bir hediyye’ye gülümsemesinin hazzı kadar hiç başka bir şeyde bulamazsınız, diyerek cevap vermiş.

Yakınlarda, ömrünün son senelerini Medinede geçiren, Beyaz kelebekler gurubundan iki gencin anneleri Vasfiye anneden bahsetmiştim. Onun mütevazi evinde yapılan programlar, bir buçuk metre çapınada sahne alanı, küçültülmüş dünya idi, ne haz alınıp, ne gönüller hoşnut olurdu. Buradaki cazibe, kalplerde karşılığını bulmasıydı. Nitekim, Kuran’ı Kerimde kalplerin hallerini, mertebe ve derecelerini, diğer taraftan ِ( Allaha sığınarak) dererke sınıflarını, bir çok yerde, âyeti celile’lerde beyan edilmektedir.
Bir makalede okumuştum, hatıramda kaldığı kadar, ne zamanki gönüller, Allahu Taalanın, Cemalı ile bezenir, Celalı ile vakarlaşır, Al-Vadud sıfatıyla insanlara yaklaşır, nefis yelkenlerini indirerek İlâhi maiyyete sığınır, işte o zaman toplumda merhamet sıfatı tecelli ederek, rıkkatli kalplere ulaşılmış olur.
Bir Hadisi kudsi bize ikaz mahiyyetinde buyurur, Musa veya Davuud peygamber(aleyhim asselam) Allahu Tealaya nidada bulunarak, Ya.Rabbi, ben seni nerede bulurum? Diyerek sualde bulunur. Cevabı Rabbani gelir, gönülleri kırıkların yanından bulursun. Başımızı iki elimizin arasına alıp derin derin düşünmemizi icabettiren bir cevap……
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömerin hayatından bir örnek vererek, sohbetimizin sonlarına doğru gelelim. Hz. Ebu Bekirin halifeliğinde, sabah namazı Mescidi Nebevi’de edâ edilmesine müteakip, herkes evinin veya işinin yolunu tutarken, Hz. Al-Sıddıyk, Medinenin doğu tarafına bakan dış mahalle sayılan Al- Avali’ye doğru yol tutar, kulübecik bir eve girer, bir müddet kaldıktan sonra çıkıp yoluna devam eder. Bu davranışın tekrarlaması Hz. Ömerin dikkatini çeker. Ashabı güzin hayr yollarında âdeta yarışta idiler, üstazı makamında olan Ebu Bekirden örnek sevdasında olan Hz Ömer, bir gün Hz. Ebu bekri takib eder, Hz. Ebu Bekir kilidi olmayan, kulübeye girer, hurma liflerinden yapılmış bir minderde, kemik yığınından ibaret bir ihtiyar anacağız, içinde dünyadan vazgeçmiş bir cancağız. Emir al-muminin, bu garibanın ihtiyacını giderir, temizler, üstünü başını yıkar, yemeğini yedirir, işi bitince Allaha emanet eder, ve işlerine bakmak üzere ayrılır. Bu sahneyi Hz. Ömer, gözleriyle değil gönül basiretiyle seyreder. Günler geçer, Hz. Ebu Bekir Rahmeti Rahmana kavuşur. Hz. Ömer halife olur, hayru halef li hayru selef olucak ya, Hz. Ebu Bekirin vazifesini unutmaz, tutar garibanın yolunu, kavradığı dersi aynen tatbik etmeye gayret eder, Fakat, ne varki, o lif minderde adeta kaybolmuş cesetten, derinden bir ses, arkadaşın nerede? Hz. Ömer, vefat etti, diyerek, hayretle cevap verir, anne arkadaşım olmadığını nereden anladın? diyerek sorar!! Sanki başka dünyalardan gelen bir ses, arkadaşın hurmanın çekirdeğini çıkarır öyle verirdi. Bu sözü işiten Hz. Ömer, derinde bir ah çekerek, Ya, Aba Bekr, senden sonra gelecek halife’lere ağır bir yük bırakarak, onları yordun, der.
Böyle örneklerle, simge gönüllerle, ipek iç güdülerle, gül kokulu yaklaşımlarla, merhamet potasında eritilen duygularla, Allahu Tealanın Celalı karşında hiç olduğumuzun idrakiyle, anca o zaman, meşinliğin soğuk çehresinden kurtularak, nârin his sahibi oluruz.
Burada gönülden coşan hislerle, sizlere vedâ eder, hayrlı günler temennisiyle, fi amanillah.
Yine yenı yeniden çok güzel bir paylasım emegıne saglık Melis
 
Teşekkür ederim Sezin cim sende MaşaAllah okumayı yeniliği bilgiyi seviyorsun tebrikler ??